Refine search
Results 151-160 of 319
Yumurta Tavuklarında Sıcaklık Stresinin Verim ve Üretkenlik Üzerine Etkileri ile Alınacak Önlemler
2023
Serpil Gençoğlan
Sıcak bölgelerde ve yaz aylarındaki yüksek sıcaklıklar, yumurta tavuklarının verim ve üretkenliğini bozmaktadır. Bu çalışmada, sıcaklık stresinin yumurta tavuklarının verim ve üretkenlik üzerine etkilerine dikkat çekerek ortaya çıkan kayıpları azaltmak için alınacak önlemler hakkında detaylı bilgi vermek amaçlanmıştır. Sıcaklık stresi, bağışıklık tepkilerini engellenmesi nedeniyle yüksek ölüm oranları ile ticari yumurta tavuğu üretiminde önemli ekonomik kayıplara yol açan ve üretim performansının tüm parametrelerini, üretkenliği etkileyen en zorlu sorunlardan biridir. Yüksek vücut ısısı, sıcak-kuru deri, felç, baş ağrısı ve bilinç kaybı gibi nörolojik belirtilerle kendini gösterir. Sıcak krampları ve çarpması sonucu ölümlere sebep olmaktadır. Ayrıca sıcaklık stresi dişi-erkek yumurta tavuklarının üreme hormonlarının durumunu da bozar. Erkeklerde canlı sperm sayısı ve hareketini azaltarak kısırlığa neden olur. Sıcaklık stresinin etkisi yaşa, cinse, vücut ağırlığına, bağıl neme ve yüksek sıcaklıkta kalış süresine bağlıdır. Sıcaklık, optimum yumurta verimi ve kalitesi için 24°C’nin, refah ve üretkenlik için ise 27°C’nin üstüne çıkmamalıdır. Bu sıcaklığın üstünde tavuklarda hızlı nefes alma, vücutlarından çevreye ısı yaymama problemi, yem tüketimi ve canlı ağırlık artışında azalma görülmeye başlar. Yüksek sıcaklıklarda 34-35°C yumurta üretimi yaklaşık %30, yem alımı da %30-50 arasında azalmaktadır. Sonuç olarak, sıcaklık stresine karşı yem yönetimi, sıcaklık stresi azaltıcı katkı maddelerinin yeme ve suya eklenmesi, barınaklarda iklimsel çevre denetimi, erken yaşam şartlandırması ve sıcaklık stresine dayanıklı ırkların genetik seçimi gibi önlemler alınabilir.
Show more [+] Less [-]Bazı Anadolu Yerli Sığır Irklarının MtDNA D-loop Dizi Analizi: Genetik Çeşitlilik ve Popülasyon Geçmişinin Değerlendirilmesi
2023
Müge Doğan | Mehmet Nizamlıoğlu
Maternal kalıtımın moleküler göstergesi olan mitokondrial DNA, genomik DNA‘ya oranla daha hızlı evrimleşmesi, rekombinasyonun olmayışı ve türlerin coğrafi dağılımına göre farklılıklar göstermesi gibi özelliklerinden dolayı popülasyon genomiği, filogenetik ve filocoğrafik çalışmalarda sıklıkla tercih edilen belirteçlerden birisidir. Bu çalışmada Anadolu'da yetiştirilen bazı yerli sığır ırklarının, ırk içi ve ırklar arası genetik çeşitlilikleri ile filogenetik ilişkilerinin ortaya konulması amacıyla mitokondrial DNA D-Loop bölgesi dizi analizleri gerçekleştirildi. Öncelikle araştırmaya konu olan sığır ırklarının örnekleme çalışması tamamlandı. Standart Fenol/Kloroform Yöntemi kullanılarak DNA izolasyonu yapılan örneklerin mitokondrial DNA D-Loop bölgesinin yükseltgenmesi ise Polimeraz Zincir Reaksiyonu ile yapıldı. DNA dizi analizi sonrası yerli sığır ırklarına ait veriler GenBANK’ tan alınan referans mitokondrial DNA dizileri ile birlikte hizalandı. Haplotip ve nükleotid çeşitlilikleri ile popülasyon içi ve popülasyonlar arası genetik ve filogenetik ilişkileri değerlendirildi. Elde edilen veriler ile Anadolu yerli sığır ırklarının, nükleotid ve haplotip çeşitliliği, haplotip sayıları ile popülasyon içi ve popülasyonlar arası varyasyonun oldukça yüksek olduğu belirlendi. Anadolu da yetiştirilen yerli sığır ırklarının filogenetik olarak Asya ve Avrupa sığır ırkları arasında yer aldığı sonucuna varıldı.
Show more [+] Less [-]Kestane Balının Gastronomideki Önemi ve Antioksidan Potansiyeli
2023
Tuba Pehlivan
Bal, insan diyetinin önemli elemanlarından biridir. Kestane balı diğer ballar içerisinde sağlığa sunduğu katkılar nedeniyle özel bir yere sahiptir ve fonksiyonel bir gıda olarak kabul edilir. Bu çalışmada değerli bir ürün olan kestane balının gastronomik açıdan Türkiye ve Dünya’da kullanım alanları ve önemi sosyal medya, internet kaynakları taranarak araştırılmış ve kullanım alanlarının arttırılması amacıyla bütünsel bir yaklaşımla doğru hammadde temininden ürün tasarımı ve sunumuna değin dikkat edilmesi gereken kritik noktalara değinilmiştir. Bu amaçla ülkemizdeki farklı yörelerden elde edilen kestane balı örneklerinde total antioksidan (TAS), total oksidan (TOS) ve oksidatif stres indeksleri (OSI) değerlendirilmiştir. Yapılan analizlerde en yüksek antioksidan potansiyelinin Bursa/Kurşunlu ilinden, en düşük antioksidan potansiyelinin ise Kastamonu/Fakaz ilinden temin edilen örneklerde bulunduğu tespit edilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre balın içerisinde bulunan antioksidan etkili bileşiklerin coğrafik bölgelere göre değişiklik gösterdiği ve genel olarak kestane balının antioksidan potansiyelinin yüksek olduğu görülmüştür. Ayrıca kestane balının gastronomik kullanımının yurt dışına göre kısıtlı kaldığı tespit edilmiştir. Ürün tasarımında tat duyusunu etkileyebilecek ürün şekli, kıvamı, tabak rengi, sunum şekli gibi etkenlerden faydalanılabileceği düşünülmektedir.
Show more [+] Less [-]Türk Tarım – Gıda Bilim ve Teknoloji Dergisi, 11(1): 104-111, 2023 Büyüme Geciktirici ile Yetiştirilen Dahlia Bitkilerinin Giberellik Asit ile Büyümesinin Hızlandırılması
2023
Onur Sefa Alkaç | Esra Öndeş | Rümeysa Temir | Esat Tuncel | Mehmet Emin İşbilir
Bu çalışmada, dahlia tohumlarına 0, 25, 50 ve 100 ppm dozlarında paclobutrazol uygulaması yapılmıştır. Paclobutrazol ‘un sağladığı olası geciktirici etkilerini ortadan kaldırmak amacıyla fidelerin saksılara dikiminden 1 hafta sonra 0, 100 ve 200 ppm dozlarında yapraktan püskürtülerek GA3 uygulaması yapılmıştır. Çalışma sonunda, fide döneminde, fide boyunda (5,08 cm) ve çimlenme oranında (%80,56) 25 ppm paclobutrazol uygulaması kontrole göre (4,68 cm-%67,59) iyi sonuçlar göstermiştir. Paclobutrazol dozları arttıkça belirtilen parametrelerde düşüşler yaşanmıştır. İkinci aşamada ise, paclobutrazol uygulamaları yapılmamış olup tohumdan uygulanan paclobutrazol ile yetiştirilen fidelere GA3 uygulaması yapılmıştır. Paclobutrazol uygulamaları yapılan ancak GA3 uygulanması bulunmayan fidelerin bitki gelişimi açısından istatistiksel farklılıklar çıkmamasına rağmen 50 ppm paclobutrazol uygulaması bitki boyu (47,87 cm) ve bitki gövde çapında (6,55 mm), 0 ppm paclobutrazol uygulaması kök yaş ağırlığı (7,02 g) ve 50 ppm paclobutrazol uygulaması ise kök uzunluğunda (22,70 cm) en iyi sonuçları göstermiştir. Farklı konsantrasyonlardaki GA3 uygulamalarında ise 100 ppm GA3 uygulaması diğer uygulamalara kıyasla bitki gelişimi açısından en iyi sonuçları vermiştir. Paclobutrazol ve GA3 uygulamalarının kombine edilmesiyle bitki gelişiminde ağırlıklı olarak 50 ppm paclobutrazol ve 100 ppm GA3 uygulamaları daha etkili olmuştur. Fidenin büyüme ve çiçeklenme açısından boy kontrolünde 25 ppm paclobutrazol kullanılabileceği, kaliteli bitki gelişimi ve olası geciktirici etkileri ortadan kaldırmak için 100 ppm GA3 uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Show more [+] Less [-]Rasyona Portakal Kabuğu Tozu İlavesinin Yumurtlayan Bıldırcınlarda Performansa, Yumurta Kalitesine ve Yumurta Sarısı Antioksidan Aktivitesine Etkisi
2023
Alpönder Yıldız | Gözde Kılınç | Osman Olgun | Esra Tuğçe Gül
Bu çalışmada yumurtlayan bıldırcın rasyonlarına ilave edilen portakal kabuğu tozunun performans, yumurta dış ve iç kalitesi ile yumurta antioksidan aktivitesi üzerine etkisinin belirlenmesi amaçlamıştır. Toplam 120 dişi Japon bıldırcını her biri 5 tekerrürlü olan 6 muamele grubuna rastgele dağıtılmıştır. Muamele grupları bazal rasyona 0, 1, 2, 3, 4 ve 5 g/kg seviyesinde portakal kabuğu tozu ilavesi ile oluşturulmuştur. Yumurtlayan bıldırcınların canlı ağırlık, canlı ağırlık değişimi, yumurta verimi, yumurta ağırlığı, yumurta kitlesi, yem tüketimi ve yemden yararlanma gibi performans parametreleri ile yumurta kalite parametreleri rasyona portakal kabuğu ilavesinden etkilenmemiştir Yumurta sarısı DPPH (2,2 difenil-1-pikrilhidrazil) aktivitesi kontrol grubu ile karşılaştırıldığında rasyona portakal kabuğu tozu ilavesi ile linear olarak artmış, ancak yumurta sarısı TBARs (tiyobarbitürik asit reaktif maddeleri) seviyesinde bu etki gözlenmemiştir. Çalışma sonunda portakal tozunun bıldırcınlarda performansı ve yumurta kalitesini etkilemeksizin yumurta sarısı antioksidan aktivitesini iyileştirmek amacıyla rasyonda kullanılabileceği tespit edilmiştir.
Show more [+] Less [-]Youth Knowledge on the Utilization of Edible Insects as Food and Feed
2023
Keineetse Emelda Morris | Arnold O Watako | Walter Akuno
The utilization of edible insects as food and feed is not a new concept, it is a practice that has been part of the tradition of many communities around the world. They have been primarily used as supplementary food in most African countries. However, there has been a significant decline in the consumption of insects over the years, especially among young people. Therefore, this study aimed to investigate the knowledge on entomophagy and the utilization of insects among the youth. The study revealed that the majority of youth had limited knowledge about consumption, nutrition, harvesting, preparation and use of edible insects as livestock feed. From the Chi-square analysis it was observed that age and education level have a significant relationship to the familiarity of consumption of edible insects, P=0.014 and P=0.009 respectively. The results also show that there is a significant association between awareness on the nutritional value of insects with age and education level, P=0.001 and P=0.009 respectively. Logistic regression analysis was used to find the association between demographic characteristics, knowledge and the utilization of edible insects. The results revealed that education level, age and knowledge have an impact on the utilization of edible insects. Lack of knowledge contribute to the unwillingness of youth to consume insects. It is noticeable that indigenous knowledge on entomophagy is slowly disappearing with the shift in eating habits and changes in the socio-economic environments. As such, it is imperative that indigenous knowledge is preserved and educational interventions are done to raise awareness on the benefits of entomophagy in order to improve the utilization of insects among the youth.
Show more [+] Less [-]Extraction and Characterization of Forest Anchomanes (Anchomanes difformis (Bl.) ENGL.) Starch for Fuel Production
2023
Adeosun Yetunde Mayowa | Adeoti Olusegun | Adeyanju Oluremi Opeyemi | Fatoye Abiodun Olaniyi | Ogunnaike Aderoju Funmilayo | Oyelayo Ajamu Oyedele
The use of cassava for fuel ethanol production in Nigeria is supported by the Nigerian Biofuel Policy and Incentives (NBPI) of 2007. Because of its food, feed and industrial value, the need to replace cassava with crops/plants that are food and feeds neutral has motivated this research. Starch was extracted from forest anchomanes (FA) (Anchomanes difformis (Bl.) ENGL.) tubers and some of its physicochemical and elemental properties were determined. At present, the plant is uncultivated in Nigeria and other parts of Africa where it is found. Results showed that the starch content in FA tubers varied from 72.12 to 75.83%. Starch granules from all parts of the FA tubers had similar proximate, antinutrients and elemental properties and appeared usable for fuel ethanol production. However, to suggest its potential to sustainably replace cassava, further investigations are needed beyond these initial results.
Show more [+] Less [-]Shelf-Life Evaluation of a Novel Functional Product from a Blend of Powdered Vegetables
2023
Aisha Idris Ali | Virginia Paul | Munir Abba Dandago | Fatima Idris Ali | Daniel Amiteye
Perishable fresh vegetables that do not meet cosmetic standards and other crop waste rich resources are presently wasted. Mangifera indica leaves, Psidium guajava leaves, Petroselinum crispum leaves and Daucus carota were selected as model vegetables to show that they can be converted into a shelf-stable novel functional powdered product. A novel functional product from a blend of these powdered vegetables (FPPV) was formulated. To evaluate the shelf-life of FPPV. The novel functional product from a blend of powdered vegetables (FPPV) was prepared in the Food Science and Nutrition laboratory, Sam Higginbottom University of Agriculture Technology and Sciences, India. The samples were subjected to accelerated stability study maintaining temperature and relative humidity 40°C ± 2°C and 75% ± 5% respectively. Organoleptic, physico‑chemical and microbiological properties of FPPV was analyzed at an interval of 0, 1, 3 and 6 months to check the degradation levels in the formulation. Organoleptic characters showed no significant changes in accelerated stability condition. There were insignificant changes in physico-chemical profiles and product was free from microbial contamination at different intervals of analysis. On extrapolation of the observations the shelf-life of FPPV was found to be 51 months (4 years and 3 months) for climatic zone I & II countries and 34 months (2 years and 10 months) for climatic zone III & IV countries, respectively. The conversion of perishable vegetables and crop wastes into shelf-stable functional food products will reduce food loss and waste in the vegetable industry.
Show more [+] Less [-]Associations Between IGF-II Gene Polymorphism and Milk Yield Characteristics In Brown Swiss Cattle
2023
Esma Yuca | Sinan Kopuzlu
This study was carried out on 114 Brown Swiss cattle reared in intensive conditions at Ataturk University Food and Livestock Application and Research Center and at the private cattle farm found in Erzurum province. Genotypic structures were examined in terms of Insulin-like growth factor (IGF)-II gene locus and the distribution of genotypes and allele frequencies of the cattle concerning the genes were determined. The identified Insulin-like growth factor (IGF)-II genotypes were associated with milk yield traits such as actual milk yield, 305-day, and daily milk yield. Insulin-like growth factor (IGF)-II genotypes were determined by using the Polymerase Chain Reaction (PCR)- Restriction fragment length polymorphism (RFLP) method from blood samples taken from the cattle. The CC, CT, and TT genotype frequencies of the Insulin-like growth factor (IGF)-II gene found in the population were 41 (34%), 65 (54%), and 14 (12%), and the frequency of the C allele and the T allele was found to be 0.61 and to be 0.39. The general averages of actual true milk yield, 305-day and daily milk yield were 4317±272.9 kg, 5277±240.7 kg and 18±0.9 kg, respectively, while CC, CT and TT genotypes 4168±515.8, 3756±321.7 and 5382±600.3 kg, respectively. As a result, correctly identified IGF-II genotypes were detected by using the PCR-RFLP method in the blood samples obtained from Brown Swiss cattle. Genotype and allele frequencies determined for IGF-II gene polymorphism can be considered sufficient to demonstrate the genotype diversity of the race. According to the Hardy-Weinberg genetic equilibrium test, the distribution of genotype frequencies of the cattle was observed in equilibrium.
Show more [+] Less [-]Effect of Drought Stress on Morphological and Physiological Traits at Panicle Initiation Stage in Six Rice Genotypes (Oryza sativa L.)
2023
Sharifunnessa Moonmoon | Solaiman Ali Fakir | Tariqul Islam
Drought is one of the most prevalent forms of abiotic environmental stress that reduce crop productivity. A pot experiment was performed in two Aman seasons under drought (40% field capacity, FC) and control (100% field capacity, FC) irrigations to study drought tolerance mechanism(s) based on morphological and physiological traits in six aromatic rice genotypes. Twelve treatments (6 genotypes × 2 irrigations) were arranged in Complete Randomized Design and experiment was carried out at Bangladesh Institute of Nuclear Agriculture, Bangladesh Agricultural University, Mymensingh. In the experiment, drought was imposed at panicle initiation stage where morphological and physiological data were recorded. Important morphological (stem and root dry weight) and physiological (photosynthesis and chlorophyl content) attributes were significantly (P>0.05) decreased at 40% FC in both the years. Compared to control, relative reduction at 40% FC in above parameters, genotypes were classified into tolerant (Binadhan-13 and NERICA mutant) and sensitive (RM-100-16, Ukunimodhu, Kalizira, and BRRI dhan34) categories. Tolerant genotypes had smaller reduction in shoot and root dry mater (av. 7.73 and 5.56 %, respectively) than sensitive ones (av. 19.32 and 21.80%, respectively). Low reduction percentages of the traits under drought stress to that of the control discriminated Binadhan-13 and NERICA mutant genotypes consistently as drought tolerant.
Show more [+] Less [-]