Bu çalışmanın amacı, Akdeniz Üniversitesi yerleşkesi içerisinde yer alan birimlerde görev yapan akademik ve idari personellerin iç mekân bitki tercihlerinin, sahip oldukları iç mekân bitkilerine uyguladıkları bakım işlemlerinin belirlenmesidir. Bu kapsamda 382 adet akademik ve idari personellere ait ofis ziyaretinde bulunulmuş, ofis büyüklüleri lazer metre ile ölçülmüş, ofislerde bulunan iç mekân bitki türleri teşhis edilmiş ve birebir görüşmeler ile anket formu katılımcılara uygulanmıştır. Elde edilen sonuçlara göre Akdeniz Üniversitesi yerleşkesi içerisindeki örneklenen akademik ve idari personel ofislerinin büyüklüğü ortalama 19 m2 olup, sahip olunan iç mekân bitki ortalaması ise 2,3’dür. Katılımcıların gelir durumu, cinsiyetleri, görev yapmakta oldukları birimler (mesleki eğitimleri) ile ofislerde iç mekân bitkisi bulundurulması arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir sonuç bulunmuştur. Orkide ve kaktüs türlerinin ofislerde en çok tercih edilen türler olduğu belirlenmiştir. Katılımcıların çoğu, sahip oldukları türlere rutin bakım işlemlerinden sulama ve kurumuş dal/yaprakların uzaklaştırılmasını gerçekleştirdiklerini belirtmişlerdir. Katılımcılar ofislerinde makul sayıda iç mekân bitkisi varlığından memnuniyet duyduklarını ifade etmiştir. Ofislerde çok sayıda iç mekân bitkisinin varlığı, katılımcılarda gerginlik ve yorgunluk duygularına neden olduğu belirlenmiştir. İşgücü verimliliğini arttırmanın ve kurumsal stratejik hedeflere ulaşmanın en ucuz ve en etkili yöntemlerinden biri olan iç mekân bitkilerini gelecekte bina tasarımına ve yönetimine dâhil etmenin zorunlu hale getirilmesi akılcı bir çözüm olacaktır.

The study determined the morbidity cost and farmers’ willingness to pay for health insurance in Jigwa State of Nigeria using a cross-sectional data collected from 284 farmers viz. a multi-stage sampling technique. Using an easy-route cost approach, a well-structured questionnaire coupled with interview schedule was used for data elicitation and the data collected were analyzed using both descriptive and inferential statistics. Empirically, majority of the farmers deployed accumulation strategy for livelihood sustenance vis-à-vis enterprise diversification, a catalyst that increased their stocks and consumption outcomes, thus smoothen their income and consumption. However, financial and at worst physical livelihood capitals were the challenges that affected livelihood assets of the farmers in the study area. Furthermore, malaria is the major livelihood health morbidity; consequently, for a healthy livelihood, marginally above half of the sampled population conceded to the idea of social health insurance scheme. However, this intent was largely driven by the relegated or almost neglected social learning aspect of extension service delivery. Thus, as a measure to reduce cost of public capital expenditure on livelihood health care in the study area, the study advises policymakers to extend its health scheme beyond the fold of formal organization by accommodating the farming community, thus enhancing farm family livelihood in particular, and growth and development of the economy in general. Nevertheless, enhancement of institutional factor vis-à-vis social extension, financial and infrastructural facilities are recommended.

Türkiye kuruyemiş üretimi ve tüketimi açısından dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer almakta ve birçok ürün kuruyemiş olarak kullanılmaktadır. Bu ürünlerden biri de karpuz çekirdeğidir. Bu çalışmada Mardin, Diyarbakır ve Batman illerinden temin edilen ve çerezlik olarak tüketilen karpuz çekirdeklerinin bazı kimyasal bileşenleri belirlenmiştir. Ayrıca Batman ilinden temin edilen karpuz çekirdekleri 140, 160 ve 180°C’de 60 dakika boyunca kavrulmuş ve kavurma işleminin karpuz çekirdeği yağının oksidatif stabilitesi üzerine etkileri araştırılmıştır. Karpuz çekirdeklerinin kuru madde, kül, yağ, protein, toplam tokoferol ve toplam fenolik madde miktarlarının sırasıyla %95,39-95,58, %3,10-3,38, %51,65-52,75, %32,76-34,87, 360,12-393,16 mg/kg ve 427,75-478,80 mg GAE/kg yağsız kısım aralıklarında değiştiği tespit edilmiştir. Karpuz tohumlarının yağ asidi bileşimi incelendiğinde ise elzem yağ asidi olan linoleik asit açısından (%60,74) önemli bir kaynak olduğu ve oleik asidi de (%20,48) yüksek miktarda içerdiği belirlenmiştir. Yapılan çalışmada karpuz çekirdeklerinin yağ asidi bileşiminin kavurma işleminden etkilenmediği ve peroksit sayısının ise 1,57- 3,0 meq O2/kg yağ olarak dar bir aralıkta değiştiği gözlenmiştir. Buna karşın kavurma sıcaklığının, örneklerin peroksit değeri üzerindeki etkisi istatistik açıdan önemli bulunmuştur. K232 değerleri örneklerde kavurma süresince 2,54 ile 4,01 arasında değişirken, K268 değerleri ise 4,99 ile 5,04 arasında değişmiştir. 180°C’de kavrulmuş örneklerin K232 ve K268 değerleri 140 ve 160°C’de kavrulmuş olanlardan istatistiksel olarak farklı bulunmuştur. Çalışma sonucunda karpuz çekirdeklerinin elzem yağ asidi olan linoleik asidi önemli miktarlarda içerdiği ve kavurma işleminin yağ oksidasyon parametrelerinde düşük düzeylerde değişimlere neden olduğu tespit edilmiştir.

In terrestrial species, body propulsion is mostly performed via the pelvic limbs. In semiaquatic species, both pairs of limbs are used in swimming and diving, whereas in arboreal species, the pelvic limbs are used to maintain body stability. Thus, in squirrels, the synsarcosis muscles participate in body propulsion during climbing, as they have well-developed muscular bellies. Among these, the pectoral transverse muscle, which originates along the entire sternum and is inserted on the humeral crest, stands out for its width. The cervical parts of the trapezius and rhomboideus muscles are reduced and their thoracic parts more developed. As a result, muscles such as the occipitoscapularis or atlantoscapularis coordinate forelimb protraction and neck displacement. The serratus ventralis muscle is very well developed and clearly divided into cranial (cervical) and caudal (thoracic) parts; it produces a strong adduction of the thoracic limbs when the parts contract, and when they relax, a large abduction of the forelimbs is produced, enlarging the body size during jumping.

Coconut shell extract contains phytochemical compounds tannins, saponins and steroids which are thought to act as antimicrobial compounds. This makes coconut shell extract has great potential as a natural preservative, one of which is the natural preservative coconut sap. This study aims to know the effect of coconut shell type, extraction time, extraction temperature and the combination of the three treatments on the antimicrobial activity and phytochemical extracts produced. This study using a Randomized Block Design (RBD). The factors tested were coconut shell type consisting of: fresh old coconut shell; dry old coconut shell; fresh young coconut shell; dry young coconut shell; length of extraction time consisting of: 3 and 5 hours’ extraction time, and extraction temperature consisting of: 28°C and 70°C. The variables observed in this study include microbiological and phytochemical variables. The results showed that all type of coconut shell extract contains phytochemical compounds such as tannin, saponins, and some samples contain steroid compounds and had the ability of antimicrobial activity, especially in the bacterium A.aceti. The combination of a dry old shell with an extraction time of 3 hours and extraction temperature of 28°C has the highest antimicrobial activity against A.aceti bacteria with inhibition zone diameter of 13.25 mm, positive containing phytochemical compounds tannins, saponins and steroids and contains total phenol levels of 18.67 mg/100g.

The quality of feed is very important in dairy milk production. The aim of the current paper was a comparative characterisation in terms of crude chemical composition, Ca and P, heavy metals (Pb, Cd, Zn, Cu), nitrates, nitrites and pesticides, for the natural meadow and green alfalfa, cultivated in ecological and conventional systems, utilised for feeding dairy cows. Sampling and analysis were performed according to established standards and working methods: drying for dry matter (DM); calcination for crude ash (C Ash); Kjeldahl method for crude protein (CP); Soxhlet method for crude fat or ether extract (EE), spectrophotometry for P, nitrates and nitrites; atomic absorption spectrometry for Ca, Pb, Cd, Cu and Zn; gas-chromatography for pesticides. For alfalfa, the highest values in the ecological system were for C Ash (12.68%), EE (2.50%), NFE (35.78%) and Ca (1.79%). For the natural meadow, the highest values in the ecological system were for DM (25.72%), OS (89.32%), EE (2.76%), NFE (45.27%) and Ca (0.70%). The toxic heavy metal content was below the limits allowed (1 mg/kg Cd and 30 mg/kg Pb). For Pb the values determined from the two feeds were between 0.06 mg/kg and 0.16 mg/kg and for Cd between 0.007 mg/kg and 0.02 mg/kg. The pesticides residuum was under the detection limit of 0.05 mg/kg DM for organo-chlorinated pesticides and 0.001 mg/kg for organo-phosphoric pesticides. All the studied forages were safe regarding pollutants (heavy metals, nitrites, nitrates and pesticides), but statistical differences existed between the production systems, such that the ecological system seems to be better.